25 Eylül 2013 Çarşamba

Merhaba

Merhaba Nassef,

Senin vesilenle blog yazmaya başladığım için kişisel bir giriş yaptım, hatta bir mektup havası yarattım. Umarım ki bir gün bu yazdıklarımı Türkçe olarak tam olarak anlayabilir seviyeye geleceksin. 5 yıldır burda olmana rağmen yalnızca son 6 ayda bir miktar Türkçe öğrenmiş olman geç kalmış olduğun anlamına gelmiyor. Zannedersem sen de bunun ve ne kadar hızlı Türkçe öğrendiğinin farkındasın. O yüzden sana moral vermek için ilave bir şeyler yazmama gerek yok :)

Nasıl bir işim olsun isterdim biliyor musun, seyahet dergilerinden birinde çalışayım; sürekli farklı ülkelere ve şehirlere gezmeye gideyim.. Daha sonra orda tattığım yemekler, gözlemlediğim insanlar, gelenekler ve kültürle ilgili yazılar yazayım. Böylelikle hem de hayatımdaki en keyif aldığım şeyi, seyahat etmeyi de gerçekleştirebilirdim. Bir yıl boyunca çalışıp, 20 gün izin hakkına kavuştuktan sonra onu en verimli nasıl kullanırım debelenmelerine girmeden gezebilirdim. Ama bu konuda çok umutsuz değilim. Yani seyahat konusunda. Kafamda bazı planlar var. Ölene kadar çalışmamak gibi. Zannederim üniversiteyi bitirip de gerçek hayatın acımasız duvarına toslayan her genç bir çıkış yolu arıyordur. Bir işe girdikten sonra, bunun bir ömür sürdürülebilir olmadığını hisseden herkes çeşitli planlar yapmıştır. Kendi işini kurmak, intihar etmek, kolay yoldan zengin olmak için kirli işlere girmek, milyonda bir ihtimalle sana vuracak büyük ikramiyeye bel bağlamak gibi.. Herkesin planı kendine. İşte ben de en erken emeklilik yaşına geldiğimde, günümü doldurur doldurmaz emekli olmak üzerine kurgulanmış bir hesap yapmıştım.

Ama büyük bir çoğunluğun da aradan geçen yıllar içerisinde "alışmak" isimli kötü huylu hastalığa yakalandığını görüyorum. Yoksa insan nasıl olur da, gidiş dönüş dahil 4 saatin yollarda geçtiği bir şehirde, insanların birbirini her an öldürebilecekmişçesine stres, öfke ve gerginlikle dolup taştığı bir şehirde; sanki durum son derece normal gibi yaşayıp "Dünyanın en güzel şehrinde" yaşadığını söyleyebilir. En güzel şehir, acaba zamanın yolda kaybolduğu yer midir? Yoksa insanların benliğini unutup, karşıdakilerle mücadele ve kavga üzerine inşa ettiği maskesini taktığı bir yer midir? Doğal olmanın "enayilik" seviyesinde değerlendirildiği, her an savunma kılıçlarının hazırolda beklediği bir memleket. Burda yaşamak zor vesselam. Belki de bu gezegende yaşamak artık bunaltıcı. Sebebi de ta kendimiziz. Hayatı birbirimiz için zorlaştıran bizler. Ey yaratıcı bize akıl ver ya rabbi :p